WKW Günlüğü: Chungking Express






Bu hayatta, izlediğim ilk anda, içinde ruhumdan parçalar taşıdığını düşündüğüm, elektrik gibi çarpan dört film var, bazısında yönetmen taşır ruhumu bazısında film, bazısındaysa ikisi birden gerçekleşir ve o film sade ve sade benim için yapılmış gibidir. Bu tek bir isme, işaret eder.

Amores Perros (İnnaritu)
Blue (Kieslowski)
Pierrot le Fou (Godard)
Chungking Express (Wong Kar Wai)

Birinin gerilla ruhu, diğerinin şiirselliği ve öbürünün renk kullanımı. Chungking Express ise...

***

Bazı filmler var, izliyorsun ve ruhuna mı siniyor yoksa ruhunun bir parçası oradan sana mı yansıyor bilemiyorsun. Bazı yönetmenler var, ruhuna mı siniyor yoksa ruhunun bütünlüğünü teker teker sana mı yansıtıyor bilemiyorsun.

Bir film var, belli bir süre içinde izlemeyince fiziksel olarak yoksunluğunu çekiyorsun.

Evvel zaman içinde 2013 yılıydı Chungking Express ile tanışmam ve bugün hayatımın yegane filmini uzun zamandır izlemediğimi fark ettim. Ve ilk günkü gibi açıp izledim her şey bana yepyeniymişçesine. Yoksunluğum büyüktü çünkü. Film adını, No. 223 ve Faye'in o kol kola değmesinden alıyor: Chunking House ve Midnight Express oluyor Chungking Express. Wong Kar Wai adeta tüm yaşamı almış ve olduğu gibi yansıtmış, masalsı gibi durması bundan belki de. Belki de, izlediğim dönemde Faye ile aynı saç modelini paylaştığımdan böyle içselleştirmişimdir bu filmi? İlk hikaye, bir femme fatale'in, sarı peruklu kadının. Uyuşturucu taciri ve mafyatik bağlantıları aracılığıyla başka, farklı bir kadın tiplemesi seriliyor göz önüne, kaba, tehditkar ve şık. Hayata dair hep bir korunma güdüsü var içinde, saklıyor öz benliğini. Acıması yok. Çünkü "it's not everdaygonna be the same way" Kırmızı rujuyla hayata kepkeskin. Ancak bir çocuğa belki de kadınsı içgüdüden asla zarar vermiyor. No. 223 ise, çocuksu bir aşkla ve bağlılıkla, toy ama yoğun, hayalperest bir polis. Nazik öyle ki, kirlenen bir çift ayakkabıyı kravatının ucuyla temizliyor. Koşuyor, ağlamak istemiyor. 1004 çağrı cihazının şifresi. Her zaman aşk minvalinde Türkçesi ile. Mayıs doğumlu ve May'a aşık. Köpek insanı bir kedi insanını buluyor ve son kullanma tarihi geçen aşk kurşunla son buluyor? Faye... Faye nasıl bir insan ki kelimelere sığsın? Öngörülemez, tahmin edilemez, hayalperest, cesur ve maceracı, sakin ve durgun, yalancı, dürüst, aşık? Kaliforniya'ya gitmek istiyor belki. Aşk dahi engel değil bunun önünde ve muhtemelen sebebi. Vantilatörün önünde gündüz düşleri. Bir evin içerisine sinmek, geçmişi silmek ve kendini, geleceği yerleştirmek. The Cranberries'in Dream'i ve Mamas and Papas'ın Kaliforniya düşleri. Gençliği dahi olabilir sarı peruklu kadının. No. 663. Terk edilmiş kırık bir kalp, ağlayan bir bez, çok zayıflayan -üzüntüden- bir sabun, kocaman bir peluş, ağlayan bir daire. Bir başka hayalperest, terk edilmenin üzerinden gelmeye çalışıyor ve olması gereken olması gerektiği şekilde oluyor. 663'ün son sahnelerde Faye'e bakışlarıysa, insanın kalbini buruyor. Footmassage diyor ya  Tarantino, Pulp Fiction'da durmadan, olası en masalsı ayak masajını yapıyor. Belki de No.223'ün yaşlılığı o da.

Öyle güzel bir şey ki! Kimbapsushi sayesinde izlemiştim ve hayatımın alt metnine nasıl sızdı öyle. Tarantino'nun her izlediğinde ağladığı, güç bela Miramax ile Amerika'da gösterime soktuğu bu film, Wong Kar Wai'ye ait. Stop-motion tekniği bu filmde imzası sayılıyor ve muadillerini de bolca etkiliyor bu dahiyane fikir ile. 23 günde el kamerası ile çekiliyor. Mükemmel soundtracklerle bir gerçek masala giriyor, iki farklı hikaye, yaşamda en çok görülen belki de iki tip kadınla tanışıyorsunuz. 

Godard'ın izinden ve belki ondan da özgün bir auteur. Wong Kar Wai, izlemediğim her filmi adına nikotin eksikliği gibi tıpkı, hisettiriyor dokunuşlarından mahrumluğumu hayata. En çok da Chungking yapıyor bunu. Aynı dönemde çıkan Pulp Fiction'ın Mia'sının alternatif bir evrende, tam zıttı adeta Faye ama ortak bir paydaları var hayata dair. Amelie'nin ise annesi sanki. Bir açıdan da Mikal'in anneannesi.

WKW'nin üç tip filmi var; Yaşam filmleri ki hep bir restoran ekseninde buluşurlar: Days of Being Wild, Chungking Express, Fallen Angels, Happy Together, My Blueberry Nights. Tutku filmleri: As Tears Go By, In The Mood For Love, 2046 ve Felsefi Simetrikler: Ashes of Time, Grandmaster.

Bir diğer özelliği ise, tıpkı Luc Besson gibi birbirinden özgün, gerçek kadınları sinemaya çok güzel taşıyor.

İzleyin, gelin birlikte övelim.





en sevdiğim posteri




Yorumlar

  1. Besson, wong kar wai, godard, kieslovski hep sevdiklerim. Blue üçlemede benim de en sevdiğim. Bu filme de bayılırım. İzledikten sonra şarkıyı hala dinliyorum (california dreaming) ve bu filmin etkisi ben de hissediliyor her dinldikçe. Faye'nin o dansları, el hareketleri tavrı duruşu çok güzel, Tony Leung abimiz zaten can yakar her filminde.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. diğer filmlerini de izleidin mi acaba? İzlediysen çok sevineceğim çünkü :D

      Sil
    2. Wong Kar Wai'nin filmlerinde evet 😄.

      Sil
    3. Blogunu okuyorum yorum yaptığından beri, zevklerimiz cidden inanılmaz benziyor. Paul Auster, Jim Jarmusch, Bergman... Baya şaşırdım yani :D Bol bol yaz ki, bol bol okuyalım.

      Sil
    4. Vauvv teşekkür ederim. Ben de şaşırıyorum şimdi Days of Being Wild'ı okudum, ben de yazmıştım seri olarak o üçlemeyi.
      Sen de film yaz böyle hep güzel oluyor okuması.

      Sil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar