Ne İzledim #3 "The One With Cult Movies Day"

aha da geceyi kapatan şarkı




COMET

written and directed by SAM ESMAIL 

Son dönemde Mr. Robot ile büyük sükse yapan Sam amcanın ilk uzun metrajlı filmi. "Sci-fic romance" olarak adlandırılabilecek film, Justin Long ve Shamless-abla'nın başrolleriyle adeta konuyu, kurguyu, her türlü sinematografik çekimi, miksajı taçlandırmış. Renk kullanımı, nesne kullanımı, kadraj ve en önemlisi kurgu filmi herhangi bir romantik film klasmanından anında çıkarmış ve ortaya nispeten "büyülü" bir atmosfer koymuş. Çok can alıcı noktalarla fazla gerçekçi bir noktaya bağlanan filmin en akılda kalıcı yönüyse koşulsuz oyuncuların performansıydı. Sanıyorum bir on yıla "kült" mertebesine erişecek. İzlemek bir devrim mi? Değil. Fakat izlemeye değer mi? Kesinlikle.



İzleyenlerin çoktan sulanmış gözlerle ekrana baktığını tahmin ettiğim, gelmiş geçmiş en iyi lise filmi ve kült filmler arasına adını altın harflerle yazdıran The Breakfast Club bugün sonunda bitirmeye nail olduğum film idi. (Yuuh! sesleri.) Bu kadar uzun süre bitiremememin sebebi başta filmi acayip sıkıcı bulmuş olmam. En az 2-3 kez izlemeyi denedim ama bu hödüklüğümü doğru zaman değilmiş diyerek açıklamaya girişicim sanırım. Çünkü filmin asıl dinamiği, asıl mesajı son 30 dakikada yoğunluk kazanıyor aslında. Prenses'in, Zeki'nin, Kaslı'nın, Arıza'nın, Ucube'nin (?) yani 5 farklı tipin sosyal etiketlerini irdeledikleri, sevgi ve arkadaşlığın ucunu kazıdıkları, aşkı keşfettikleri ve kesindir ki bambaşka bir insan olarak çıktıkları kütüphanenin hikayesi bu. Gençliğin ve çocukluğun, ailenin, sözümona vurdumduymazlığı, kendini kandırma dercesine haykırıyor ekrandan. Bu çocuklar ne yaptıklarının hayli farkındalar. Her yaştan insanın mutlaka kendinden bir şey bulacağını inanıyorum. Mutlaka izleyin diyorum. Hele de, lisede okuyan sevgili dostlarım, özellikle siz izleyin.



Filmde en can alıcı noktalardan biri de, bakireysen örümcek kafalısın, değilsen orospu dilemmasını çok naif dillendirmiş olmaları. Don't you forget about!



Bkz: Community. DW'ya alternatif Inspector Spacetime fikrini ortaya atan sonra da buna internet dizisi çekilmesini sağlayan adam gibi adam dizi.



Yine seneler evvel beğenmeme rağmen -neden hatırlamıyorum-yarım bıraktığım kültün tillahı bir adet film. Çizgi roman uyarlaması. Atari nesli, 90 nesli, punk-garage rock-indie rock dinleyicileri, hipster ve bilumum hippi giller, Clementine (bkz: Eternal Sunshine of The Spotles Mind) severler, ucundan masalsı hikayeler sevenler, Kill Bill sevenler, Juno sevenler, Michael Cera sevenler BU FİLMİ İZLEYİN. (Filmi izlerken bir yandan aklıma This Is The End geldi. Kokocu,bj'cı Cera seni dfjhgkd) Mikimmil bir absürd komedi. Harika bir film. Alternatif finaline de bir göz atın.

Ramona Flowers!




YES MAN

2008 yapımı bir Jim Carry komedisi ki bu filmi ilk izleyişim canım ananemin yanına İstanbul'a giderkendi. Filmde sevdiğim iki şey olmuştu: Zooey Deschanel'in grubu ve o zamanlar -2011- daha yepisyeni radikal bir Kore hayranı olduğumdan filmde geçen Korece konuşma sahneleri. Sonrasında Zooey ablamızla 500 Days, New Girl ve She&Him ile yolumuz kesişse de bir daha bu filme dönüp bakmamıştım. Beğenmediğimden değil de, 7. sanatın ağır abilerine yöneldiğimden. İzleyebileceğiniz en seks satmayan, küfürden prim yapmayan komedilerden biri, tıpkı diğer tüm Jim Carrey filmleri gibi. Hayatın yanı başınızdan akıp gitmesini zekice irdeleyen, indie müziğin saçma yanlarına ufak dokundurmalar yapan, naif, iç açıcı, bir yandan da hayatın ortasına zangadanak atıldığında doğurabileceği sonuçları gerçekçi anlatan başarılı bir kült kanaatimce. (Eyvallah ben kült ilan ettim. Blog benim değil mi)






Yorumlar

Popüler Yayınlar