Achilles Last Stand
Anı Kitabı. Bir.
Oldukça ufak bir çocukken, mor bir civciv almıştım kendime. Rengin çağrışımından mı yoksa doğa anadaya başkaldırışının bedeli mi bilmiyorum, üç gün sonra öldü. Tam üç gün. Kanlı dışkısının içimde debelenerek, mor bir ceset oldu Aşil. Tıpkı efsanedeki gibi; bedeni erken gitti ama adı hala yaşıyor. Öldükten sonra onunla ilgili hiçbir anımı unutmamak adına, onu "alışımdan" ölümüne her detayı sözcüklere hapsettim. Unutmamak için, sözcükler birer alternatif bellek işlemi gördü. (Ki asıl amaçları tam da bu değil mi?) Oysa, şimdi, Paul Auster'a ufak bir gönderme yaparak, hatırladığım şeyin yazdıklarım değil, olayın kendisi olduğunu görüyorum. Garip bir öz-güvensizlik bu. Belki de unutmak için kendime yeni bir bellek geliştirdim. Dışarıdan, harici bir bellek. Hatırlamayı seçtiğim zaman bana hatırlatacak, amacının tam tersine. Yazmak unutmak mı öyleyse? Hatırlamak amacıyla sözcüğe vurulan her anı, ki öz-zaman da hep hatırlanmaya mahkum olmasalar neden yazına dökecek kadar "önemli" görelim, aslında zihinsel bir kusuş, bir dışavuruş, serbest bırakış, özgür kalış ve bunların hepsimi bir nevi içinde barındıran unutuş çabası değil mi?
Unutmaya mahkum anılar nasıl hatırlanıyor?
Hatırlamak bir unutma debelenişi.
Unutmaksa hatırlanmanın ta kendisi.
(Tez ve antitezin eşitlendiği nokta, diyalektiğin ipini düalizmin birliğine bırakacağı an oluveriyor.)
Öyleyse, yazın unutmak için, hatırlamaya mahkum "büyük insanlığın", bizlerin uydurduğu büyük bir yalan. Lethe'nin suyu dünya topraklarını aşmıyor.
Anı Kitabı. Bir.
Oldukça ufak bir çocukken, mor bir civciv almıştım kendime. Rengin çağrışımından mı yoksa doğa anadaya başkaldırışının bedeli mi bilmiyorum, üç gün sonra öldü. Tam üç gün. Kanlı dışkısının içimde debelenerek, mor bir ceset oldu Aşil. Tıpkı efsanedeki gibi; bedeni erken gitti ama adı hala yaşıyor. Öldükten sonra onunla ilgili hiçbir anımı unutmamak adına, onu "alışımdan" ölümüne her detayı sözcüklere hapsettim. Unutmamak için, sözcükler birer alternatif bellek işlemi gördü. (Ki asıl amaçları tam da bu değil mi?) Oysa, şimdi, Paul Auster'a ufak bir gönderme yaparak, hatırladığım şeyin yazdıklarım değil, olayın kendisi olduğunu görüyorum. Garip bir öz-güvensizlik bu. Belki de unutmak için kendime yeni bir bellek geliştirdim. Dışarıdan, harici bir bellek. Hatırlamayı seçtiğim zaman bana hatırlatacak, amacının tam tersine. Yazmak unutmak mı öyleyse? Hatırlamak amacıyla sözcüğe vurulan her anı, ki öz-zaman da hep hatırlanmaya mahkum olmasalar neden yazına dökecek kadar "önemli" görelim, aslında zihinsel bir kusuş, bir dışavuruş, serbest bırakış, özgür kalış ve bunların hepsimi bir nevi içinde barındıran unutuş çabası değil mi?
Unutmaya mahkum anılar nasıl hatırlanıyor?
Hatırlamak bir unutma debelenişi.
Unutmaksa hatırlanmanın ta kendisi.
(Tez ve antitezin eşitlendiği nokta, diyalektiğin ipini düalizmin birliğine bırakacağı an oluveriyor.)
Öyleyse, yazın unutmak için, hatırlamaya mahkum "büyük insanlığın", bizlerin uydurduğu büyük bir yalan. Lethe'nin suyu dünya topraklarını aşmıyor.
Yorumlar
Yorum Gönder