Vatka ve Zehir
Yavaşça adımlıyordum sisin düştüğü Ankara sokağını. Ayazdan nefesim olduğu gibi buz tutup düşüyordu yere. Her seferinde lanet ettiğim bu kenti, gözlerimi kapatınca, bambaşka atraksiyonların merkezi yapıyorum. Bu sefer, robotlar insalara karşı olmalı diye düşündüm. Tost makineleri insanlara saldırıyor. Camiiler sela okuyor. Tanklar sokaklara dökülüyor ve haykırıyor tüm hoparlörler, devrim. Yürüdüğüm bu ıssız sokak, birkaç adımı yankıladı kulağıma. Hayli emin, hayli güçlü topuk sesleri. Lan? dedim kendi kendime. Lan oğlum... Korkunun tetikleyici etkisi kulaklarımı dört açmıştı. Ritmik bir şekilde yaklaşıyordu sesler ve adımlarım tam aksi olması gerektiği halde, gittikçe yavaşlıyordu. Hassiktir, hassiktir, hassiktir. Olası bir tost makinesi saldırısını gerçekleştirdiğimi düşündüm bir an. Belki de ele geçirdikleri bir insan bana yürüyordu. Muhtemel bir memur, önüne gelene asık suratıyla çemkiren. Gri şehrin gri insanı. Ara bir sokak çarptı gözüme, dümdüz orayı rota aldım kendime. Topuk sesleri hala peşimdeydi. Soğuğu hissetmiyordum artık. Adrenalin bütün vücudumu sarmıştı ve gözümü kapatıp yine kendimi bir aleme yolladım; güneşli bir pazar sabahı, İzmir. Sahilde oturuyorum, gözümün önünden insanlar geçip gidiyor, denize bakıp, Ankarayı aşağılıyorum içimden. Nemle kabaran saçlarım rüzgarla dalgalanırken... Omzunda uzun parmaklı bir el, bir anda bana dokundu. Ve tüm vaha bir anda yerini soğuk-gri-betonarme şehrin ürkütücü gecesine bıraktı. Ellili yaşlarında bir kadın. 80'lerden çıkıp gelme abartı bombeli omuzların biraz üstünde kesilmiş, sonradan sarı olma saçlar, anlamsız, hafif bir makyaj, pembe bir döpiyes, kısa topuklu siyah ayakkabılar ve neredeyse kulak hizasına gelen vatkalar. Masum bir suratla bana bakıyor. Bir zaman yolcusu. İster istemez böyle bir manzara ve yaratıcı yazarlığım karşısında tebessüm ettim. Buyur teyze. Kadın gözlerini yüzüme dikmiş bakıyordu hala, bir kez daha sordum, Kayıp mı oldun. Cevap yok. Acaba hasta mıydı, hafızasını mı kaybetmişti diye düşünmeye başladım. Karaoğlan dedi, aynı Karaoğlan'a benziyorsun sen. Afbuyur teyze? Karaoğlan diyorum canım, bizim Karaoğlan işte. Ecevit mi diyorsun teyze? Başka ne diyeceğim oğlum. Sen de! Söyle bakayım, buraya en yakın CHP ilçe merkezi nerede? Kalakaldım öyle. Saat muhtemel gece bir, iki, kadının teki seksenlerden fırlayıp da karşıma dikilmiş gibi, aleni siyasi atıflar yapıyor, deli herhal, Teyze ben nereden bileyim? Sen iyi misin? Yardıma ihtiyacın var mı? Kadının yüzü ifadesizleşti bir anda. Kaçıp gitmekle kadını bir hastaneye götürmek arasında kalmıştım. Tam konuşacaktım ki, sen, dedi, sen de onlardansın! sesi öyle tehditkar, öyle soğuk çıkmıştı ki, kaçmam gerektiğinin işareti bu olmalı diye düşündüm. Tam koşmaya yeltendiğim anda, sımsıkı, güçlü bir el sağ kolumdan yakaladı beni. Sonrası... Sonrası bir sorgu odasında uyandım.
Yorumlar
Yorum Gönder